Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde birisi varmış. Bu birisi çok inatçıymış. Birgün bir arkadaşı ile “ben dağa gitmem, dağı ayağıma getiririm” diye iddiaya girmiş.
Başlamış dağın ayağına gelmesini beklemeye. Bir zaman beklemiş, bakmış dağın geldiği falan yok. Bu eninde sonunda ayağıma gelecek diye beklemeye devam etmiş. Yine aradan bir zaman geçmiş. Bu durum dağın umurunda bile değilmiş. Birisi o zaman ben dağa biraz daha yaklaşayım, bakarsın dağ fikrini değiştirir ve ayağıma gelir demiş. Dağa doğru biraz ilerlemiş ve beklemeye başlamış. Gel zaman, git zaman dağdan ses yok, ne gelen varmış, ne giden. Galiba birisi dağı hala beklemeye devam ediyor…
Bu kısa hikayecikte dağın insanın ayağına gelmesini beklemeyi hayattan olan beklentilerimizi simgeleyen metafor olarak seçtim. İnsanlar hayattan her zaman büyük beklentiler içindedirler. Beklentinin fiil hali beklemektir. Beklemek pasif bir durumdur. Oturup pasif olarak bir şeyleri bekleriz, hikayedeki birisi misali.
Zamanla beklenti içinde olmakla hedef sahibi olmak durumsal olarak birbirine karışabilir. Birey beklentilerini düşünerek hedef sahibi olduğunu zanneder. Örneğin okulu bitirdikten sonra iş hayatına atılarak iyi bir gelecek sahibi olma beklentisine sahip oluruz. Bu beklenti zaman içinde hedef kılığına bürünür ve iyi bir gelecek sahibi olmayı hedeflediğimizi zannederiz. Oysaki pasif bir şekilde her şeyin beklediğimiz şekilde yolunda gitmesini ümit ederiz. Bu kendimize koyduğumuz bir hedef değil, bir beklentidir. Pasif bir şekilde bir şeylerin olmasını bekleriz. Pasif olmak faydalıdır, çünkü boşuna enerji harcanmasını engeller. Tek faydası da budur.
Dağı ayağına getirmeye çalışmak ya da iyi bir geleceğe sahip olmak beklentiden başka bir şey olamaz. Beklemek ve pasif olmak yerine hedef güdümlü olmak gerekir. Hedef bireyi mıknatıs gibi çekerken, beklenti hedefi mıknatıs gibi çekmeye çalışır. Hedefi kendine çekmenin ümitsiz bir vaka olduğunu hikayede gördük. Koca dağı kendine çekmeye çalışan birisi bu işte pek başarılı olamadı. Başarılı olmak için bir yerlere doğru, yani hedefe doğru çekilmemiz gerekir.
Hedef bireyi kendine doğru çekebilmek için bir şeye daha ihtiyaç duyar. Bu motivasyonun kendisi ya da motive edici sözler değildir. Bu daha ziyade hedefe doğru giderken nitrojen vazifesi gören, bir an önce hedefe ulaşılmayı isteyen bir şeydir. Bu şey tutkudur (passion).
Hedefe ulaşmak dağa tırmanmak gibi zahmetli bir uğraştır. Düşer, yara alırız. Tutku aldığımız yaralardan doğan acıları dindirir ve bizi tekrar ayağa kaldırır. Yola devam etmemizi sağlar. Tutku olmadan hedefe giden yollar kat edilemez, yollar yarıda bırakılır. Hedefe ulaşılsa bile yolda alınan darbeler o kadar büyüktür ki insan yola çıktığına bin pişman olur. Tutku ile yola çıkan ilacını yanına almıştır. Aldığı darbelerden gelen acıları hissetmez. Tutku bize bir zaman sonra bir şeyi daha gösterir. Bu şey bize bir zaman sonra gidilecek yerin aslında hedef değil, hedefe giden yolun kendisi olduğudur.
Beklenti motoru olmayan bir gemi gibidir. Buna karşın tutku insanı rotasında tutar. Yolculuğun nereye gittiğine o karar verir, sahibini de pesinde sürükleyip götürür. Peşinde sürüklenme de pasif bir durumdur. Demek oluyor ki tutku gemisine binen belki büyük emekler sarf ederek hedefine ulaşır, ama yolculuk ona elini, kolunu sallayıp, ıslık çalarak yaptığı bir sabah yürüyüşü gibi gelir. İçinde tutkunun olduğu iş aslında iş değildir, eğlencedir. Bu yüzden hedefe ulaşmak kolaydır. Emeği eğlenceye dönüştüren tutkudur.
Demek ki hedefi keşfetmeden tutkuyu keşfetmek gerekiyor. Onu keşfetmek için kalbinizi dinleyin. En çok neyi yapmayı seviyorsanız, tutku onun içinde gizlidir. Onu keşfettikten sonra hedefleriniz sizi bulur.
EOF (End Of Fun)
Özcan Acar
Yazınızı çok faydalı buldum. Sizinle aynı fikirdeyim. Bu güzel yazı için teşekkür ediyorum.
Şairin “Yol bir yere gitmez o bir durma biçimidir” dediği gibi aslında : )